küçük bir şey

küçük şeylerle mutlu olmanın ve küçük şeylerle çok mutsuz olmanın arasında hiçbir fark olmadığını sorguladığım şu günde, küçük bir şeyden bahsedeceğim. küçük bir hikaye, küçük bir algı, küçük bir seçim. tersten de, düzden de okusan küçük.

işe gelebilmek için her sabah evden duraklara 12 dakika yürüyorum. evden çıktığım anda kapıyı tam olarak kapadım mı diye kendime doğru çekiyorum, site güvenliğine bu sabah selam versem mi vermesem mi diye ikilemde kalıyorum, karşıdan karşıya geçmek için önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sola bakıyorum. yolun sol tarafı daha tenha olduğu için de sağ taraftan yürümeyi tercih ediyorum. büyük babaannemin zengin olma önerisi olarak da sürekli yere bakarak yürüyorum.(babaannem yerde en çok para bulan insan olarak kayıtlara geçmiş olabilir.) işte o sabah da, 12 dakikalık yürüyüşüme aynı şartlarda başlamıştım. ta ki yerde otobüs için bozukluk bulabilir miyim diye gözlerimi açmışken, radarıma gri bir kedi yavrusu takılana kadar. miyavlamaktan sesi kısılmış, insanın gözünün içine içine "al beni burdan" diyen bir eda ile bakan bir saykodelik kedi. kucağıma alıp ağız hareketlerinden dudaklarını okudum ve yanılmıyordum. bana "beni hemen en yakın veterinere götür." dedi. emir kuluyuz, mecbur aldık veterinere götürdük. boğazları şişmiş, sesi kısılmış, sokaklarda bir başına bir kasanın içinde mücadele etmeye çalışmış. annesi bunu biraz emzirmiş, sonra lohusa sendromuna girip, başka bir mahallenin kedisi olmaya karar vermiş. babası desen o çöp senin bu çöp benim nerede olduğu belli değil.



neyse bizimkine veteriner bir aşı yaptı, işte o an, beni dudaklarını okumaya mahkum eden kediden mikrofonlu bülent ersoy kıvamında bir ses çıktı. kızdı bizimki tabi. neden o kadar tepkilendiğini sordum. kendini şuruba hazırlamış ama iğneye hazır değilmiş, iğne gördüğünde bayılacak gibi oluyormuş, kuyruğunu görünce yara zannetmekten falan betermiş bu durum. şimdi nereye gidiyoruz dedim, benim ev müsait değil sana gidelim dedi. beraber taksiye bindik. taksici tüylerini dökecek diye bize gıcık oldu, biz de ona gıcık olduk. eve geldiğimizde de bizimki en yakın koltuğa attı kendini, bana biraz dokunma kendi iç hesaplaşmalarım var dedi. bana da işe gidip çalışmak düştü. tüm gün onu merak ettim, eve koşa koşa gittim. salona adımımı attığımda da onu bıraktığım yerde buldum.



yemek yememişti, su içmemişti. gene de cool tavrından bir şey kaybetmemişti. ama içimdeki tüm annelik içgüdüleri ile "anneeemm aç açına olmaz" dedim, eczeneye gidip ona bir biberon aldım. üzerinde dinozorlar vardı. içine de midesini bozmayalım diye laktozsuz sütü koydum. bacaklarımın arasına yatırdım bunu. içer misin, içmez misin? yutkunurken boğazı acıyordu farkındaydım, bana çaktırmamaya çalışıyordu. sütümüzü içtik ama bunun aramızda kalmasını benden rica etti, peki dedim. (bu yazıyı okumayacağını umuyorum.) artık tek bir sorunumuz kalmıştı, kendine kalacak bir yer bulması gerekiyordu çünkü bizim evin kedisi, uzaylı ve kedinin birleşiminden meydana gelmiş olan "e.t." birkaç güne evde olacaktı ve ikimizi bir arada görürse onu da beni de yaşatmazdı. aklıma kedi hasreti ile yanıp tutuşan kedisever çift ece ve murat geldi. hemen onlara göstermek için bizimkini fotoğraflamaya karar verdim ama kedi poz vermeyi reddetti. doğal halini çekmemi, photoshop kullanmamı da özellikle belirtti. fotoğrafları çekip murat'lara gönderdim. onlar da ellerinde dondurma, hayırlı bir iş için bizi ziyarete geldiler. o saate kadar bir şey yemeyi reddeden isyankar kedi, ece'nin elinden dondurma hüpletti. ilk görüşte evcilleşme-evcilleştirme isteği onlarınki ben zaten anlamıştım.

ece ve murat kediyi aldıkları gibi veterinere götürdüler. durumu biraz kritikmiş. ama bence bizimkinin tarzı öyleydi. hikayesini daha da tutkulu yapmayı severdi. yaklaşık iki haftadır, murat'larda ikamet eden kedi, tam anlamıyla iyileşmiş. önemli olan doğurmak değil ona bakmak derler ya. ben bir şekilde doğurmuş, onlar da büyütmüş oldu bizimkini. bir dakika artık bizimki demeye de gerek yok. çünkü onun bir adı var; piksel. büyüyünce de mega piksel olacakmış. yakışır.


*küçük şeylerin beni şu sıralar çok mutsuz ettiği doğru. ama şu küçük şeye bakıp biraz kendimi motive ediyorum.